Türkiye'de tarım endüstrisinin tarihsel gelişimi
Tarım sektörü; insanlık tarihinin başlangıcından bu yana hayatımızdaki en önemli yeri işgal etmektedir. Yaşamımızı idame ettirmek için tükettiğimiz besin ve ürünleri karşılayan birincil endüstri konumunda bulunan Tarım Endüstrisi'nin ülkemizdeki tarihsel gelişimine gelin hep beraber göz atalım.
Cumhuriyet Döneminde Tarım Sektörünün gelişimi:
Türkiye’de Cumhuriyet sonrası yaşanan ekonomik gelişmeler neticesinde sanayi piyasasına ağırlık verilmiş, ancak tarım sektörü de ülke ekonomisi içerisinde önemini pek çok bakımdan muhafaza etmeyi sürdürmüştür. Tarım piyasasının Türkiye’de milli gelirin oluşumundaki nispi payı seneler itibari ile geriliyor olmasına karşın, sanayi piyasasına sağlamış olduğu girdi, genel istihdam, dış ticarete katkısı ve hizmet sektörü için yarattığı etki göz önüne alındığında, Türkiye ekonomisindeki yeri ve önemi büyüktür.
Türkiye’de son yetmiş senelik sürece bakıldığında, ülke nüfusu yaklaşık 6 kat artış göstermiştir. 1927 senesinde her dört bireyden sadece biri kentlerde yaşamaktayken, başka bir ifadeyle Türkiye’deki kentleşme oranı yüzde 25 iken, 2010 senesinde durum bütünüyle tersine dönmüş ve her dört kişinden sadece bir kişinin kırsal kesimde yaşamını sürdürdüğü tespit edilmiştir. Diğer bir ifadeyle kentleşme oranı yaklaşık yüzde 75’e yükselmiştir.
1923 senesinde Lozan Anlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti’ne devredilen borçlar sonrasında ülkede kalkınmayı sağlayacak sektör olarak tarım sektörü seçilmiş ve tarımsal üretimi artırmayı hedefleyen politikalar izlenmiştir. 1923-1929 seneleri arasında yaşanan gelişmeler yapılan seçimin başarılı olduğunu ortaya koymuştur. Dönem içerisinde tarım piyasasında yüzde 10’un üstünde bir büyüme hızı yakalanarak, ülkenin içinde bulunmuş olduğu zor durum, tarım piyasasının yaratmış olduğu olumlu etki ile aşılmıştır. 1930’lu senelerde ülkemizde, tarımsal faaliyetleri desteklemek amacıyla Tarım Kredi ve Satış Kooperatifleri, Zirai Kombinaları ve Devlet Ziraat İşletmesi kurulmuştur. 1940’lı senelerde 2. Dünya Savaşı’nın da olumsuz etkileri neticesinde tarımsal mamul fiyatları devamlı artış göstermiştir. Bu dönemde iktidardaki hükümetler tarımsal mamul fiyatlarındaki artışı azaltmaya çalışmış ve 1945 senesinde Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nu çıkararak toprağı bulunmayan çiftçilerin topraklandırılmasını amaç edinmiştir. 1950’li yıllara gelindiğinde ise, tarımsal işgücünün kırsal kesimden kentlere doğru kaymaya başladığı ve toprak reformundan beklenilen başarıya ulaşılamadığı görülmüştür. 1960’lı senelerden sonra ise 5 senelik kalkınma planları hazırlanarak, tarım ile alakalı faaliyetleri destekleyici politikalar benimsenmiştir.
Kalkınma planlarının hazırlanması ile beraber tarım sektöründeki üretim artışı az da olsa hızlanmış ancak uygulanmakta olan tarımsal politikalar, hedefleri tutturma konusunda başarılı olamamıştır. 2000’li yıllara gelindiğinde ise Uluslararası Para Fonu (IMF) ile imzalanan anlaşmalar çerçevesinde izlenen tarımsal politikalarda önemli değişikliklere gidilmiştir. Bu politikaların en önemlilerini aşağıda belirtilen gibi ifade etmek mümkündür;
- Uygulanmakta olan mevcut destekleme politikalarından vazgeçilerek, Dünya Bankası’nın
önerdiği, küçük üreticiyi hedef alan araziye dayalı Doğrudan Gelir Desteği Sistemine geçilmesi.
- Hububat, tütün ve şeker pancarı fiyatlarının dünya fiyatları ile uyumlu hale getirilmesi ve zaman içinde destekleme alımlarının kaldırılması.
- Hükümetin çiftçilere verdiği kredi sübvansiyonunun aşamalı olarak kaldırılması.
- Türkiye Zirai Donatım Kurumu (TZDK), İstanbul Gübre Sanayi A.Ş. (İGSAŞ), Türkiye Gübre
Sanayi A.Ş. (TÜGSAŞ), Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. (TŞFAŞ), Çaykur ve Tekel’in özelleştirilmesi.
olarak görülmektedir.
Uluslararası Para Fonu ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde alınan kararlarda çiftçilere verilen
ekonomik destek büyük oranda sınırlandırılmıştır. Bununla beraber, Türkiye’de yetiştirilen
tarımsal mamullere ilişkin maliyetlerin, dünya tarımsal üretim maliyetleri ile kıyaslandığında,
ciddi fiyat farklılıklarının ortaya çıktığı görülmektedir. Bu farklılıkların belli başlı nedenleri;
Türkiye’nin tarım ile alakalı alt yapı problemleri, girdi fiyatlarının yüksekliği, ortalama işletme
büyüklüklerinin küçük olması, nadas mecburiyeti, sulama olanaklarının yetersizliği, sınırlı
teknoloji kullanımı, gübre, tohum ve tarımsal ilaç fiyatlarının yüksekliğidir. Bu nedenler ile yerel
fiyatlar, dünya fiyatlarının çok üzerine çıkmakta, tarımsal üretimi destekleme fiyatları da yetersiz kalmaktadır. Yaşanan bu olumsuz durumlar, ülkemizde faaliyette bulunan tarım üreticilerini tarımsal üretimden vazgeçmeye yöneltmektedir.